21 Şubat 2013 Perşembe

YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL



YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

MEVLANA





Yıllar önce bu vecizeyi ilk duyduğum zamanlarda, doğrusunu söylemek gerekirse manasını pek anlayamamıştım. Bir derinliği, felsefesi olduğuna emindim. Lakin o dönemde bende o derinlik yoktu.

Serde dönem itibariyla entelektüel olma heyecanı vardı. Kulaktan dolma özlü sözleri cümlelerimin arasında kullanarak, kültür çıtamın yansımasının keyfi içindeydim. Bulunduğum ortamlarda dikkat çekip, kendime vasıf katma cazibesine kapılmıştım. Ama hani o zamanlar daha lise çağlarında miniminnacıktım. Oysa şimdilerde twitler pek bir moda hale geldi. Resmen özlü sözler altın çağını yaşıyor. Kızılderili sözleri mi ararsınız, yok efendim sufi felsefesi mi, yazarlara, şairlere, düşünürlere ait cümleler mi ararsınız… Nice nice özlü söz kalabalığı yaşıyoruz. Maşallah yani kıyıda köşede kalmış unutulmuş hiçbir söz kalmadı. Elbette derinliğin anlamına nail olup, yazanlar da var. Ama çoğunlukla benim de minnacık turşucuk dönemimde yaptığım gibi bedenine kılıf amaçlı kullananlar daha fazla. Bence doğru olan yaşam felsefemizi ya da bir kısmını geçerli kılacak, bize esin kaynağı olacak sözlerdir.

- Bak abi ya, ne biçim bir söz arakladım arkadaşın profilinden. Şimdi çakacağım kendi profilime. Göreceksin oğlum ,anında kaç kız beğenecek.

Veya

- Vanım sende , ben esmer olmakla övünüyorum. Çünkü hiç olmazsa aptal değilim. Ne demişti şu ünlü düşünür? Ay aklıma geldi , George Bush. Dur hemen face’me yazayım.

“Sarışının adı esmerin tadı var.

George Bush ”

E-ülkemde sosyal mesaj kaygısı aldı başını gidiyor. Önüne gelen guru oldu. Herkes hadi el ele tutuşup, burundan nefes alalım verirkende ohmm yapalım mutlu olalım modun da. Yeter ki çıkarlar ve hedefler cakışmasın.  Hani yoksa Sen Alaska da yaşa, ben de Dominik’te. Sonra ohm’u alır kafanda patlatırım, Mutluluğuda Abidin’in resimlerinde değil, sadece hastane koridorlarında ararsın.

Evet, nerede kalmıştık.

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol / Mevlana






Herkes öylesine sahte öylesine kendinden uzaklaşmaya başladı ki ortama göre davranmak adına orta insanı olduk. İçtenliklerin sürekli sorgulandığı, yapmacıklığın ivme kazandığı bir atmosferin içine hızla çekiliyoruz.

İşe girdiğimde öğrendiğim ilk nasihat şuydu; -Sakın ha! sen sen ol aklın varsa burada benden başka kimseye güvenme. Herkes ondan başka kimseye güvenmemi tembih edip durdular. Çapraz kur, sağdan sola, soldan sağa, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya tüm olasılık hesaplarımın sonucunda anladığım tek şey ise; söyleyenler de dahil kimseye güvenmeyeceğimdi. Ya da diğer şık geçerliliğini koruyordu. Yani herkese güvenecektim. Asıl güvensiz olan tek varlık ise, yemekhanenin etrafında dolanan şu parlak gözlü kediydi. Her şeyden, tüm şaibeden o sorumluydu, Bu kedinin gözleri hep mi parlak olmak zorundaydı!

Ama bilmezler ki güvenmemeyi öğrenirken, aslında özsaygımız ve güvenimizden kaybettiklerimizi. Çünkü biz Türklerin kültüründe toplum bilinci ve aidiyet olgusu yatmaktadır. Bencil bir hayat kazanım yaratmak yerine, bizi mağdur eder. Aksine atalarımızdan bize kalan mirası yozlaştırıp, köreltmekten ileriye gidemiyoruz.

Sonuçta sürekli kuşkulu yaşamak; bireyselliğin bakış açısı ve nesnelliğin baskın kılınması sonucunda kişiyi paranoyaklaştırıp kendimizden tamamen uzaklaştıracak, sosyal hayatta içlerine kapanmaya meyilli yetersiz birey yapacaktır. Yani kişi, var olan sistem tarafından kullanılmaya hazır olacaktır.

Ya da tam tersi, narsist kişiliğe sahip insanlar oluşuyor. Bu durumda da insanlar arasında hasetlik, kıskançlık, çekememezlik had safhaya geliyor. E böyle olunca da işyerlerinde sürekli gardını almış insanlar arasında ekip çalışması ruhu yaratmak için bir dolu yüksek ücretli , dışardan envayi çeşit eğitimler satın alınıyor.. Yok efendim, Amerika’dan, uzak doğudan koçluk, kişisel gelişim vs metotları ıle beyinlerimiz teoriksel olarak bir dolu bilgi kirliliğiyle doldurulup duruluyor.

Oysa hiçbir sistem dar görüşlü olmamalı. Vizyon sahibi olmalı.

Elbette büyük pencereden bakabilmek için başkalarını dinleyip, onların algılarını da bilmek lazım. Ama önce kendi gerçeklerimizin de farkında olmak kendi görüş açımızı da belirlemek gerekir

Ve önemlisi sürekli birilerini eleştirmek yerine, kendini önce eleştirmeyi öğrenmemiz lazım. Yoksa başkalarını eleştirip kendini mükemmel koltuğuna oturtmak kolaydır. Ama nedense son dönemlerde herkes birbirini eleştirir oldu. Hani tepki verdiğinde ise,

- Aa sen eleştiriyi sevmiyorsun, deyip,  boynuna bir eziklik yüklenmeye çalışılıyor. Önce sen kendini bir çöz bakalım. Eleştiriye kendin açık mısın? Yaptığın hataların sorumluluklarını alabiliyor musun?

Kesin olan şudur ; Güven olmayan bir yerde istediğin kadar iyi olsan bile sürdürülebilir başarıya ulaşmak imkânsızdır.

Evet, algıladığın kadar yaşarsın. Güzel kardeşim, arkadaşım, dostum  işin özeti ; eğer sana güvenilmesini istiyorsan güvenilir biri olman şart. 2+2= 5

Huzurlu Sevgilerle

Hoş Kalın

Zeynep Ç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder