14 Eylül 2012 Cuma

BİR GÜLE SAHİP OLMAYAN GÜLÜ NEYLEYİM...

BİR GÜLE SAHİP OLMAYAN GÜLÜ NEYLEYİM...




"Gülü seven dikenine katlanır" sözünü pek sevmem. Çünkü bence sana yapılan kötülüğe ya da karşındakinin agresifliğine, tezatlığına katlanabilirlik sağlamak için üretilmiş bir atasözüdür. Niyet tamamen kötüye prim katmak.
İnsanlığımız son süratle nedenini henüz kavrayamadığım insan olma erdeminin dışına geçmeye çabalıyor. Hızlı bir dönüşüm sürecindeyiz. Ağzımızdan çıkan sözün, yapılan olumsuz davranışların sorumluluğunu asla kabul etmiyoruz. Bir yandan kişisel auromızda ise özgür olma teriminin ; bağımsızlığımızı doyasıya yaşamaktan geçtiğine inanıyoruz. Toplumsal olarak; küçük, büyük topyekün herkeste ''Ne bu ne şiddet, bu celal!''durumu egemen. Kimse kimseye kaşının üstünde gözün var ( o nasıl bir durum öyle, hayal edemedim) pardon hemen düzelteyim; gözünün üstünde kaşın var, diyemiyor.

Geçen gün babamın sağlık sorunları için hastaneye gittik. Halimize gülsem mi ağlasam mı, bilemedim. Hastaneye gelmeden önce sanki herkes zırhlarını, silahlarını bürünmüş gelmiş. Biri hır diyor, diğeri bana hır dedin ha, alsana Hır Hırrr . Bir uyanıklık yarışı, sormayın gitsin. Kim kimin önüne geçerse, herkes kendini 'cin' görüyor. Hak yemenin dayanılmaz hafifliğini sırıtan dişlerden hemen fark ediyorsunuz.
Sıradayken biran ayağımdan kafama vuran bir acı hissettim. Allah Allah! hangi arada beynim ayağıma indi, diye aşağıya bakınca ne göreyim? Az önce sırada kavga çıkaran adam, ayağımın üstünde duruyor. Öylede rahat ki yumuşak zemin tabi, ellemeyin keyfini. Aldı beni, kara bir düşünce. 'Allahım nasıl yapıp da ayağımı, adamın ayağının altından onu incitmeden kurtarabilirim?'
- Pardon affedersiniz, tekrar tekrar özür dilerim, bu durumdan oldukca müteessirim ayağım ayağınızın altında kaldı. Zahmet olmazsa ayağımı, ayağınızın altından geri alabilir miyim? Şu yoğurdu sarımsakla sakta mı yesek, yoksa soğanlayıp ayran mı içsek:)

Sanki uzaylılar gökten stres bombası attılar. Herkeste bir stres hali. Evde, okulda, sokakta, iş yerinde, sosyal, reel ve sanal paylaşım mekânlarında ve özellikle de trafikte. Geçen gün arkadaşların yazlık evlerine gittik. Güya şehrin kargaşasından, kalabalığından uzaklaşmak, sakinlik huzur için böyle ortamlara fırsat buldukça kaçarız ya. 30 hanelik bir site ve herkes birbiriyle kıytırıktan nedenlerle küsmüş. Yani ne zaman huzursuzluk buralara da yetişti, anlamıyorum. Ne yazık ki huzuru artık teklikte bakir alanlarda aramaya başladık. Bence, huzur ortamların bileşkesine bağlı değildir. Yani içimizde yüreğimiz de huzuru bulamazsak, emin olun Hawai'ye de gitseniz, uçaktan yeni inmiş boynumuzda ciçeğimizle alaluna dansımızı yaparken; huzursuzluk sizden önce gitmiş, palmiye ağaçlarının gölgesinde ki hamağın içinde sizi bekliyor olacaktır. Hem de gölgeye sizden önce yerleşmiştir bile…

Önce kendimizle barışmayı öğrenmeliyiz. Çünkü kendimizle olan sorunlarımızı ve hayatımızı ertelediğimiz sürece; bu bastırılmışlığın dışa vurumu olarak asabileşiyoruz. Ve sonrada havadaki nemden bile etkilenip çevremize zarar veriyoruz. Sonuç olarakta, benliğimizde yaşadığımız huzursuzluğu kendimizle beraber her yere taşıyoruz. En çok da kendimize zarar verip yıpranıp, hırpalanıyoruz. Mesela en basitinden her şeyi negatif görüyoruz.

İşte bende ilk adım olarak, kendilerine sorgulamayan ve çekidüzen vermeyen insanları hayatıma katmamaya ve onlara katlanmamaya karar verdim. Başında gülü olmayan bir dikenin, canıma batmasına ve canımı kanatmasına niye izin vereyim ki! Neymiş basında gülü olma ihtimali olabilirmiş. miş miş miş… Herkesi sevmek zorunda değiliz. Herkesten nefret etmek zorunda da değiliz. Kabullenmek demek katlanmak demek de değildir. Tabiî ki alçak gönüllü-mütevazi, hoşgörülü olmak ve sevgi dolu bir yüreğe sahip olmak büyük erdemdir. Ama sevginin de bir kotası, sınırı olmalı. Hani kötüyü iyiyi aynı kefede tutmamak gerek. Terazinin dengesini iyi ayarlamamız lazım. İyi olacağım diye kötüye sürekli pirim vermeye devam edersek; o takdir de iyi hiçbir zaman onura edilemeyecek ve hayat içinde kazanımı olmayacaktır.

Huzuru bulmanın en güzel yollarından biri, huzursuz insanlardan uzak durmaktır. En azından huzuru arayan ve sorgulayan insanlarla hayata devam etmek gerekir. Senin saçını çekenin sende gözünü çıkar yetmedi gözü masaya koy ve avucunun içiyle üzerine patlat, vıcık sesi geldiyse olay tamamdır dermişim.:) tabii ki şaka .Ama saçını çekenin gözünü çıkarmasan bile ,hiç olmazsa onun varlığının senin yanında yeri yokmuş gibi davranabilmeliyiz. Gülün, dikenleriyle beraber yargılanmasından yanayım. Bu algılayış tarzının daha doğru olduğuna inanıyorum O yüzden 'bir güle sahip olmayan bir dikeni neyleyim?'

Bulunduğun ortamın huzurunu dengelemek, çevrenizdeki kişileri ayarlamak bizim seçimimiz. Huzursuz ortamı, sürekli geren kavgacı ruhlarla muhatap olup da egolarını tatmin etmelerine fırsat vermek yerine onları tek kalmakla cezanladıralım. Böylece neden kaybettiklerini düşünme fırsatı onlara tanımış oluruz. Onu kaileye almadığında zaten duvara çarpmış gibi olacaktır. Ya da canınızı yakan kişi çevrenizden biriyse, işte ozaman da onu sizsiz olmakla cezalandırın. Eğer onun için önemli biriyseniz, bu ceza karşısında yaptığını sorgulayacaktır. Sorgulamıyorsa zaten sizin olmamıştır efendim. Geri dönmeyeni, bırakın özgür kalsın. Kalan sağlar bizimdir.

Şayet bizler onları cezalandırmazsak, emin olun onlar bizi, huzursuzluğun çekim alanının içine dahil edeceklerdir. Mutluluğu, negatif iyonlarla dolu bir fanusta aramak, ne kadar doğru yoldur, bilemiyorum. En azından Abidin’nin mutluluk resminde bu fanusun yeri olmadığına eminim…

YOLU HUZURDAN GEÇEN HERKESLE BİR GÜN, BİR YERDE KARŞILAŞACAĞIZ.
                                           Çakma Kayahan Zeynep :)


Huzurlu Sevgilerle

Hoş kalın

Zeynep ÇERKEZ