7 Mart 2013 Perşembe

8 MART


8 MART



“1857"yılında New York’lu dokuma işçisi kadınların daha insanca bir yaşam isteyerek, eşitsizliklere ve ayrımcılığa karşı sürdürdüğü mücadele ile başlayan süreçte 8 Mart, tüm dünya kadınlarının, kutladığı uluslararası bir güne dönüştü.”

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadın haklarının kazanılmasında nerelerden başlayıp ve bugünlere nasıl gelindiğinin hatırlanması için özel bir gündür. Çünkü 8 Mart günü oluşan örgütsel mücadelede 140 kadın işçi öldürüldü. Ve iş kazasında öldü denildi.

Fakat sonra bir takım siyasi kaygılardan dolayı bu tarihi gün yıllarca blokelendi. İkinci dünya savaşı sırasında bazı ülkelerde ise anlam olarak çağrıştırdığı ideolojik ilkelerinden dolayı kutlanılması yasaklandı. Ve sonra dünyanın hâkimi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde tekrar kutlanılmaya başlamasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme yeniden geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1977 Yılında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul etti. Ama bu geri dönüşümünde ise, Kadınlar Günü tamamen budanarak anlamını kaybederek döndü. Yani Emekçi Kadınlar Günü’nden emek ifadesini atılarak, sadece Kadınlar Günü oldu. International working Women’s Day’s yerini International Women’s Day’s oldu.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu ayrım, entelektüel kesimde sürekli tartışılır. Çünkü sendikal haklarının peşinde olan bir grup günü sahiplenirken, diğer tarafta ise homojen olan kadın grubu bulunmaktadır. Onlarda bu günü daha farklı boyutta değerlendiriyorlar. Sonuçta homojen kadınla emekçi kadın duruma aynı taraftan bakmayı beceremiyorlar. Bu yüzden demokratik haklarımız karsısında örgütlenip el ele veremiyoruz. Oysa tam manasıyla örgütsel kadın dayanışmasının aşamayacağı hiçbir sorun yoktur. Ve ayrıca birçok ülkede kadınlara eşit hakların verilmesinin Dünya Barışını güçlendireceği kabul edildi. Dünya Barışı’na ve Küresel Kirliğe engel olunabilmesi için, bana göre kadınlara çok büyük görev düşüyor.

Bir de feminist gruplar var. İşte ben onlara tamamen karşıyım. Çünkü,bu gruplar cinsiyet ayırımını belirginleştiriyorlar. Biz cinsiyet ayırımcılığına karşı mücadele ederken onlar kadının haklarına baskınlık yaratarak, erkek haklarına etrafını iyice çizmiş oluyorlar.

Ayrıca son zamanlarda ülkemizde kadına karşı yaşanan şiddet olaylarındaki artışını da görmezden gelemeyiz.Maalesef dünya barış elçisinin tecavüz edilerek öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Yazılı ve görsel basında neredeyse hergün kadına şiddet haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Özellikle Münevver Vakasından sonra kadına şiddetin ve vahşetin boyutu arttı. Çünkü suçluya karşı devlet yasalarındaki yaklaşım erkeklerin içinde bulunan şiddet ve vahşet eğilimin cazibesinin yükseltti. Hani durum öyle bir hale büründü ki tüm arsızlığımızla tecavüzü ve tacizi haklı çıkaracak kanun yasa tasarılarını bile üretmeye başladık.

Dolayısıyla da hakkını veremediğimiz, varoluş adına büyük mücadelenin emsali olan bugün de maalesef öbürleri gibi kısa süre içinde yine tüketim pazarının bir maşası olarak ambalajlanarak, satılmak üzere vitrindeki raflarda yerini aldı.

Bense bu durumlardan oldukça acı duyuyorum ve utanıyorum. Çünkü ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde de hala kadının adı yok. Hala kadın olmanın değerini bilmiyoruz. Ve biz hala üzerimizden rant kazanılması için tüm ortamı yaratıyoruz.

Tüm kadınların kadınca yaşayabileceği günler diliyorum…

Huzurlu Sevgilerle

Hoş Kalın

Zeynep Ç